Aralık 21, 2014





aklın bedene yaptıklarının ve yapacaklarının
sınırlarını asla anlayamayacak olmak...

Aralık 06, 2014

Ekim 31, 2014

Ekim 14, 2014

Gerçek Anlamda Sylvia Plath Olmak...


hayatınız boyunca hisse ederken görmezden geldiğiniz bir duygudur belki.
kimsenin istemediği ama sizin kabullendiğiniz ve hatta
"sonunda" diyerek düşündüğünüz o noktaya getiren bir duygu belki.
belki de bir duygu bile değildir, sadece sizsiniz o.

insanların bu konudaki tepkilerini ve duygularını
hiçbir zaman anlayamamanız ve sanırım hiçbir zamanda anlayamayacak olmanız.
(hiçbir konudaki duygu ve tepkilerini anlayamayacak olmanız.)
belki de empati yapabiliyorsunuzdur ama
karşınızdakini hiç umursamıyorsunuzdur.
bilinmez...

--------------------------------------------

“Yoktu dünya, ben yoktum. Varmışçasına
davranmaya beni zorladıkça, daha direndim.”
der Sylvia Plath.
derken inanır bu sözlerine.

inanmak ya da öyle görünmek.

bazıları sadece öyle görünmeyi ve bazıları öyle olmayı seçer.
ama bazıları vardır, işte onlar o sözlerin
ta kendisidirler.
("kimse öyle hayal etmemiş olmasa bile
ben o sözlerin kendisi olmayı seçenlerdendim.")

maddi - manevi değerlerin peşinde koşmak
ve öyle görünmüyormuş gibi davranmak.
buna zorlanmak ya da bu olmayı seçmek.
gerçekten ne istediğimizi ya da nerede durduğumuzu
bilmek zorunda mıyız?
sürüye uymak ve sürüye
uyarken kendi benliğimizden olmak...

(açıkçası, hayatım boyunca hiç Sylvia Plath okumadım.
kendisi hakkında yazılanları ve
kendini bulduğu edebiyattaki bazı çalışmalarından
onu tanıdım desem yalan olmaz.
başlamayı istediğim birçok eseri var.
çok geç kaldım, biliyorum
ama hiçbir şey için geç sayılmaz, düzenlerde
ve kurallarda olanlar hariç.)

zaman kendini bile hiçbir şekilde tanımlayamazken sizden, kendinizi
mantıksız şekillerde tanımlamanız istenir düzende.
nasıl yapabilirsiniz ki?
"bir kelimeyle kendini özetler misin?"
güzel olan bir çok kelimenin bir araya gelerek oluşturduğu
en anlamsız soru cümlesi.

"yüzündeki o maskeyle kendini
bile kandırabilmenin zorluğu"


-------------------------------------------

hayat basittir.
zorlaştırmak insanların işidir.
şu seçimlerle bezenmek zorunda bırakılmış toplumlarda
var olan şu 5N1K'nın parçası olmak ya da olmamak
bize kalmış.

hissetmek ya da emir almak
kaybolmak ve bulmak
düşlemek ve yok olmak
özenmek ve eşsiz olmak
depresif olmak ya da mutluluğu seçmek

yaşamak ya da ölmek...

Eylül 28, 2014

Çeviri: Screen Junkies - Honest Trailers ve daha bir çok videosu...

altyazıyı sağ aşağıdaki kutucuktan açabilirsiniz... :)














Eylül 06, 2014

Ağustos 12, 2014

Suzan...

..evimizin minik yeni neşesi <3




Mayıs 30, 2014


kabullenerek başlıyorsa herşey,
işte sonunda bende tam oradayım!
-------------------------------------------
şu sıra kafamdaki tek düşünce,
kendimi nasıl özetlemek zorunda olduğum..?

Mayıs 03, 2014

Hannibal (2013)


karanlık atmosferi öylesine içine çekiyor ki sizi
izlemeden duramıyorsunuz.
Bates Motel (2013) gibi soğuk bir atmosferi var ama
ondan daha çekici..

bazı oturmamış ve sinir bozucu karakterler
dışında(Alana Bloom mesela..) tüm oyunculuklar gerçekten iyi.

Will Graham nasıl bu kadar ilgi çekici
olabilir diye sorarken kendinize
bu karakterin aslında ne kadar
basit olduğunu hatırlıyorsunuz filmden.

açıkçası, kitapları okumadım henüz ama
yakında başlayacağım..
uyarlanmamış orjinal Will Graham'i gerçekten
merak ediyorum.

Hannibal'ı tüm dünyaya tanıtan filmden önce
( Silence of The Lambs (1991) )
ufak ufak tanıtımını yapmış
Manhunter (1986) filmi..

diziyi izlemeden önce Lawrence Fishburne'un
oynadığını duyunca ufaktan bir şaşırmadım değildi hani.
Jack Crawford'ı hiç böyle bir adam olarak hayal etmemiştim.
her zaman geri planda kalan adam artık herşeyin odağında resmen.

Hannibal'ı Mads Mikkelsen'in
oynadığını öğrenmiş olmak asıl şaşırtandı beni.
onu hiç böyle bir projede hayal etmemiştim.

2009'daki film festivalinde tanışmıştım kendisiyle ilk.
Flammen & Citronen (2008)
gerçekten sevdiğim oyunculardan biri.
insanlar çirkin bulsa da kendisini tam bir karakter oyuncusu aslında..
soğuk ama aynı zamanda gülümsediği zaman
içinize huzur veren bir yüze sahip.
(ablama hiç mi hiç beğenmiyor kendisini lakin :D )

yapımcının ilk düşündüğü ismin
David Tennat olduğunu öğrendiğimde kesinlikle
Mikkelsen'i seçmekle en doğru hareketi yapmış demiştim.
zayıf yapılı bir Hannibal ile karşılaşmak saçma olurdu.
Graham olarak da Lee Pace.
sırık gibi bir adam zaten.
birbirinden gerçekten alakasız ve uyuşmayan 2 oyuncu.
artık birlikte Laurel ve Hardy'i gibi takılırlardı..
Hugh Dancy cuk demiş ve oturmuş valla! (y)
onun da ilk kez Adam (2009) filminde izlediğimde çok beğenmiştim.

sonuç olarak, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir dizi.
şu sıralar çok fazla dizi yapılıyor ama bana sorarsanız
soluk soluğa bir sonraki bölümünü beklediğim tek dizi diyebilirim.

saygılar ve herkeslere iyi seyirler..
-------------------------
not: bu güzel şarkı Halia Meguid isimli bir Hannibal Fan' ı
tarafından diziyi çok sevdiği için yapılmış.
yapımcılar şarkıyı çok beğenmişler ve
dizinin müziği olarak kullanmaya karar vermişler..

hatırladığım kadarıyla şu ana kadar yalnızca bir bölümde çaldı
ama sorun şu ki, hangi bölüm olduğunu hatırlayamıyorum. :)

(i do not own this song!)

Nisan 28, 2014

.. ve bir yaş daha geçer gider_


Yemek Sepeti' nden Happy Birthday..
en ön sıradaki soldan 3.hatunu ve arkasında duranları
zorla orada tutmuşlar galiba..

Nisan 11, 2014

Dillinger is Dead (1969)..


2 ay önce çok sevdiğim 366weirdmovies.com sitesinde gezinirken 
- ki sitenin adından da belli aslında ne gibi filmler hakkında paylaşımlar yaptığı :) - 
1930' larda Amerika' nın orta batısını kasıp kavurmuş efsane 
banka soyguncusundan adını alan bu sıradışı filmi keşfettim.


endüstri firmasında gaz maskelerini tasarlayan Glauco bir akşam eve geldiğinde 
karısını baş ağrısından dolayı uyurken bulur.
kendisine yemek hazırlayıp bırakmıştır.
ama Glauco yemeği pek beğenmez ve kendisi birşeyler hazırlamaya karar verir.
işte tam bu sırada yemek için ihtiyacı olan baharatı ararken
1934 yapımı bir silah bulur ve silahı temizlemeye karar verir.
tabi ki herşey öyle başlar.


silahla aralarındaki garip ilişki başlamıştır.
açıkçası filmi izlerken kendimi azcık-cık
Naked Lunch (1991) filmindeymiş gibi hissettim.
atmosfer ve karakter ilişkileri filan..
o da gerçekten garip ve keyifli bir filmdir lakin
bu film o kadar değil haliyle.
belki yönetmen Marco Ferreri 1959 yayımlı kitaptan az-birazcık esinlenmiş olabilir..
ihtimaller, ihtimaller..

garip filmleri de seven biri olarak, 
garipliğin sınırını mantıksızlıkla zorlayan herşeye açığım diyebilirim!

neyse, bence böylesine keyifli bir film hakkında
daha fazla birşey yazmamam gerektiğini düşünüyorum.
izlemek en güzelidir.

iyi seyirler ve saygılar..
------------------------------------------------------------------
Not: bahsi geçen filmler ve site felsefe ile geçeğin arasındaki sınırları zorlamayı sevenler için
kesinlikle ve korkunç bir şekilde tavsiye edilir..

Mart 27, 2014

bir mandal nasıl bu kadar heyecan verici olabilir..


ailemizin yeni üyesi..




asıl adı Kuki.
önceki sahibine neden diye hiç sormadım, lakin ben ona Nuri demeyi seviyorum..

Mart 24, 2014

Nymphomaniac: Vol.1 & Vol.2 (2013) - İtiraf: Bölüm 1 & Bölüm 2


açıkçası, Lars Von Trier' in Antichrist filmini
diğer bütün filmlerine tercih ederim..

gerçi Dogville ile ilgili " güzel bir film " yorumları duydum 
ama henüz görmedim.
sanırım şöyle desem daha doğru olur..

Lars Von Trier' in Antichrist filmini
izlediğim diğer bütün filmlerine tercih ederim..

bence kendisi de kariyerindeki en iyi
filmi olduğunu fark ettiği için Nymphomaniac' da 
Antichrist' a sürekli göndermeler yapmak zorunda kaldı.
bundan daha iyisini bi daha yapamayacağını düşünmüş olabilir hani.

Melancholia filminde kesinlikle Antichrist görünümlü beni etkilemeyen bir filmdi.
açıkçası çok sıkıldım o filmde.
neden böyle gereksiz bir film yapmış onu henüz keşfedemedim..
şimdi Dancer In The Dark filmini de hani bu kategoriye koymamak gerek.
lakin bu(Antichrist) filmi geçemez bence..

neyse, filmin konusuna gelelim öncelikle.
Joe isimli bir hanım kendisini sokakta yaralı halde bulan 
Seligman isimli adamın evinde konaklarken
ona başından geçen bütün herşeyi, hayatının odak noktası olan seksle
ilgili deneyimini ve seksin hayatını nasıl etkilediğini anlatıyor.

herhalde 4 saatlik bir film olarak sunulamayacağını düşünen
Lars abi bunu 2 ayrı filme bölmüş ki bence çok gereksiz olmuş.
zamanında 5 saatlik bir filmin methini duymuştum
31.İstanbul Film Festivali bilet kuyruğunda.

acaba bizi çok sıkacağını falan mı düşünmüş yoksa 
sadece şu çok hoşlandığı bölümlere mi ayırmak istemiş anlamadım..
(kitap okuyor gibi filmi okumak)
olmasaymış daha iyiymiş.

Nazi sempatizanlığı ile bilinen ve tepki toplayan bu abinin
yeni filmi her türlü şekilde bomba gibi düşmüştü dünya gündemine
ilk yeni projesi ile ilgili bilgi verdiğinde.

açıkçası, neye inandığı ve düşündüğü pek beni ilgilendirmiyor.
gerçi bu filmde görüşünü göz önüne açıkça koymuş gibi.
gibi değil öyle hani..

filmin ilk oyuncu seçmelerinde Shia LaBeouf' ın
seçilmek için penisinin resimlerini yolladığını falan açıklaması
tepkilere yol açmıştı.
tamamen reklam amaçlı olmuş olması
Lars abiyi pek bi etkilemiş görünmüyor.
aslına bakarsak, daha ilk proje açıklanışından itibaren herşey reklam zaten!
kurmaca filan..

neyse, konunun " aşka dair bilidiğiniz herşeyi unuttun! "
gibi bir sloganla çıkmış olması insanları güzel kandırsa da 
filmi izledikten sonra bir hüsran yaşıyabiliyor izleyici..

çoğu insan " resmen porno bu ya! "
diyerek aşırı tepki verse de aslında pek de öyle değil.
daha henüz hangi kategoriye koyacağımı karar veremedim.

evet, seks sahneleri var ve evet, hepsi gerçek.
zaten tanıtımı yapılırken bu gerçeklerde ortalıkta dolaşıyordu.
Hollywood' da pek çok filmde olan bir gerçek bu!
bu kadar abartılıp şaşılacak birşey yok.
asıl şaşılması gereken şey, bu kadar tekrarları yapılmış olan bir konuyu
niye böyle değişik yöntemlerle satmaya çalışmasıdır bence.
etiklik konusu çerçevesinde filan falan..
gerçi sinemada etiklik kavramı artık bir değer teşkil ediyor mu bilinmez!

gene bütün ünlüleri toplayarak bir satış stratejisi yapılmış.
hiç ihtiyacı yokmuş ki.
filmin konusu yetti zaten bunu yapmaya!

gerçi " sana mı kalmış eleştirisini yapmak! " diyebilirsiniz ama
bir sinema sever olarak sadece görüşümü beyan etmeyi seviyorum.

her eser bir emektir sonuçta.
hepsi bir fikir, bir bakış açısıdır..
çok iyi veya çok kötü diye ayırmamak gerek
herşeyi hayatta.

aslında bu filmi beğenmememdeki tek sebep,
pazarlanma stratejisi diyebilirim.
Lars abi böyle birşeyler yapmak istemiş, OK.
(abi diyorum ama babam yaşında adam hani..)
keşke böyle bir tanıtım yolunu seçmeseymiş sadece.
sonuçta ismi yetiyor bir projeyi götürmesinde.
projesinin ismini geçmesini istemiş ise,
tebrik etmek düşüyor sadece bana.
başarılı olmuş..

(belli yerde hissettiğiniz Antichrist göndermeleri gereksiz ama güzeldi.
görüntü seçimleri filan..)

burada yazabileceğim son sözler şöyle olabilir bu film hakkında.

gidin ve izleyin.
başkalarının fikirleri sizleri etkilemesin.
buna benimki de dahil!
saygılar..

Mart 18, 2014

The Wind Rises (2013) - 風立ちぬ (Kaze tachinu)


Hayao Miyazaki' nin "animasyon film dünyası artık para ile işliyor." diyerek
sinemaya elveda demeye karar verdiği son şaheseri 
seyirciyi ruhsal olarak doyuruyor 
ve bir o kadar içtenlikle dokunurken düşündürüyor.

pilot olmaya hayali kuran bir çocuğun fiziksel bir kusuru sebebiyle
uçmaya en yakın olabilecek meslekle 
hayalini gerçekleştirmeye çalışma azmi 
ve ilahı olan o mühendisle rüyalarında yaptığı uzun sohbetlerin
her dakikasında insana kendini sorgulatıyor.


"kaçımız hayallerimiz uğruna herşeyi göze alabiliriz?.."

açıkçası, filmi izlerken hissettiğim mutluluk ve duyduğum endişe 
kendimi bulunduğum noktadan cevapların belki de hiç 
bulunamadığı yerlere sürükledi..
bulmayı istiyor muyum pek emin değilim!

savaşın göbeğinde uçmaya olan inancında hiçbirşey kaybetmeyen bir çocuğun 
hayali sadece uçarak insanlara yardım etmek iken 
milyonları yok edebilecek bir silah yaratıyor olmasındaki ironi..
-------------------------
bu "Japon Çocuk"un gerçekten yaşamış.

Dr. Jiro Horikoshi 
haziran 22, 1903 doğumlu.
Tokyo Üniversite' inden mezun olduktan sonra 
Mitsubishi Internal Combustion Engine Company Limited' da çalışmaya başlamış.
1937' de Mitsubishi A5M adlı uçağı yaptıktan sonra
kendisinden Prototype 12' yi tasarlanması istenmiş.
1940 Japon Deniz Kuvvetleri tarafında kabul edilen uçak 
A6M adı verilmiş sonradan Zero ya da Model 00 adıyla anılmış.
savaştan sonra Mitsubishi' den ayrılıp 
hayatına Tokya Üniversitesi'nde dersler vererek devam etmiş.
'72 ve '73 yılları arasında Nihon Üniversitesi' nin Mühendislik
Fakültesi' nde profesör olmuş.

uçağı Zero anısına yazmış olduğu ve 1970 yılında basılan
kitabı Eagles of Mitsubishi: The Story of the Zero Fighter
yine 70 yıllarda pek çok dile çevrilmiş.

1973 yılında kendisine başarılarından dolayı Order of the Rising Sun ödülü verilmiş.
ocak 11, 1982 yılında hayata gözlerini yummuş..


spoiler alert - okumadan devam edebilirsiniz!
[hayatının aşkının vereme yenik düşmesi ve filmin sonunda
kendisini güzel hatırlamasını istediği için çekip gitmesi gereksiz olmuş biraz.
(romantik dramaların klişesine hiç lüzum yokmuş be Hayao amca!)

gerçekten karısı var mıymış yok muymuş, 
bu hastalıktan mı ölmüş filan gibi bilgiler bulamadığımdan
 olaylar böyle mi gerçekleşmiş bilemiyorum
ama olmadığını düşünüyorum..]
-------------------------
filmi beraber izlediğim ablamın iş sonrası yorgunluktan ötürü
filmin büyük bir kısmında uyumuş olmasına rağmen benim gibi o da
filmi çok beğendi.
hatta bayağı da ağlamış filmin sonunda.
salondan çıkarken akan rimelini siliyordu aceleyle.. :)
-------------------------
aşkı, hayali ve inancı ile Jiro için
herşey demek..

peki ya bizim için?

uzun lafın kısası, kadı kızının minik kusurları gibi
Rüzgar Yükseliyor' un kusurları hiç mi hiç rahatsız etmiyor.

umarım izlememiş olmanın hüznünü hiç yaşamazsınız derken
iyi seyirler ve saygılar diliyorum..

Mart 13, 2014

August: Osage County (2013)


Meryl Streep aşkı ile annemle görmeye karar verdiğimiz bu filmin
annem için hiçde keyif veren bir tecrübe olmadığını görmek
bende şaşkınlık yaratmadı.
ama dürüst olmak gerekirse, hayatında ilk kez Julia Roberts'ın iyi
bir performans göstermiş olması beni çok şaşırttı..
ilk kez kadını kulaklarına kadar varan ağzına rağmen gerçekten beğendim.

neredeyse Hollywood'un hepsini toplamışlar filme.
bence Meryl Streep ve Julia Roberts yeterdi,
bu kadar zorlamaya gerek yoktu hani!

neyse, filmin konusuna gelecek olursak
babalarının ortadan kaybolmasıyla beraber
eve dönmek zorunda kalan 3 kız kardeşin
akraba sorunlarına ve 'mommy issues' dedikleri sorunla yüzleşmesi..

Pulitzer ödüllü yazar ve oyuncu 
Tracy Letts'in tiyatro oyununda uyarlanmış bir film.

azıcık bi spolier alert - burayı okumadan devam edebilirsiniz
[ annenim filmden çıktıktan sonra dediği ilk şey sanırım bu film için gerçekten 'cuk' oturuyor..
" niloş, biliyor musun Rolling Stones'un bir şarkısı vardır.
shame & scandal in the family diye.
herşeyiyle bu filmi anlatmışlar bence. "

anneme söylemem gerekirdi Rolling Stones'un öyle bir şarkısı olmadığını 
ama istemedim hani.. :)
belki söylemişlerdir şarkıyı, bilemiyorum..

şarkı Sir Lancelot & Gerald Clark's Caribbean Serenaders'a aittir.
I Walked With A Zombie (1943) filmindendir. 
şarkının orjinal adı, 'Fort Holland Calypso Song' ]

bana göre, Juliette Lewis ve Ewan McGregor' un performansları gereksiz kalmış.
dediğim gibi, Meryl Streep ve Julia Roberts yetermiş..

Benedict Chumberbatch'in tipi hiç mi hiç olmamış.
adam aşırı kırmızı ve aşırı Avrupai kalmış diğerlerinin arasında.
ne bileyim, iyi oynamış ama olmamış yani.

filmin birşeylerin sınırlarını zorladığı belli ama
sanırım Amerika'da bile bu kadar abartılısı olmuyordur..
değil mi?... değil mi? o__O

oyunun nasıl olduğunu bilmiyorum açıkçası, tiyatro festivali kapsamında gelse izlerim
ama filmi çok beğenmedim.
bir doğallık ve samimilik yoktu.
olmamasını amaçlamışlar ise gerçekten çok başarılı olmuş bir çalışma.

valla Meryl Streep için izlemeye değer derim.
mükemmel ve olağanüstü bir performans sergilemiş.
kendini aşmış gene.
zaten her zaman en iyisi olmuştur.. <3

herkese iyi seyirler ve saygılar..

Fez by Slinkachu


Resmi Tıklayınız..

Mart 08, 2014

Afife Balesi - Süreyya Operası


uzun bir aradan sonra tekrar sahnede..

Afife Jale'nin hayatındaki 
altın, kırmızı, mor ve gümüş olarak tanımlanan dört ayrı dramatik dönemin
ensemble, hareketli ve lirik dansla anlatılan 
ve kesinlikle görülmesi gereken güzel bir dans-drama.

Modern Dans: Liminal


Akbank Sanat bünyesinde gerçekleşen, 
"Aradalık" kavramı üzerine 
değişken motivasyonların kendi hikayesini yaratma süreci.

etkileyici ve iyi kurgulanmış 
güzel bir dans gösterisiydi.

umarım 2.yarısı da gene konuk olur 
Akbank Sanat'a..

Şubat 26, 2014

herkes gibi bende "birşeylerle uğraşıyorum", değil mi?

[yeni güne telefonun diğer ucundan gelen annemin sesiyle uyanıyorum,
kahvaltı ediyorum, ne yapmam gerektiğine karar veriyorum.

kitap okumak.
okurken araştırma yapmaya başlıyorum,
kahvemi yudumluyorum.
 perdenin kenarından dışarı bakmak istiyorum,
önümde akan hayata bir göz ucu yaptıktan sonra kendi dünyama geri dönüyorum.

"belki biraz film arası.."
"sıradan bir film daha iyi gider bence, bugün kasmaya gerek yok."
izlerken kaybolmamak geliyor içimden.
sadece izliyorum.

gözlerim kayıyor yine kitaba ama bu sefer ki bambaşka.
"belki mantıksız bir ara ama iyi geliyor."

aniden çeviriye devam kararı veriyorum, kaldığım yerden devam..
"kolay olsaydı zaten bir sonraki jane austen olurdum!"

öğle yemeği vakti.
mevcut olanlarla bir gıda üretimi başlıyor.
bazen lüksü istiyor insan - markete gitmeye karar veriyorum aniden.

"üşümek işte bu kadar güzelmiş!"
sadece bir market yolculuğunun verdiği heyecan ne garip..

öğle yemeği bitti, bir kahve molası.
kitap güzel gidiyor ama nedense film bitmeli kötüde olsa.

çizimler beni özlemişlerdir gene.
aklıma gelen ilk şeyi çiziyorum ya da..

aklıma çalışma taburesinin kapının kenarında usulca beni bekleyişi geliyor.
"biraz daha basit ve içten olmalı. nasıl istersen öyle.."

yaptıkça saçmalaşıyor bazı şeyler ama daha güzelleşiyor aslında.
kontrol ediyorum tekrar ve tekrar ve...

"sevdim seni, böyle daha çok!"
garip bir şevkat.

biraz ara ama boş durmadan.
kitaplar çoğaldı.
müziksiz asla olmaz!

biraz daha film diyorum.
belki şu fenomen dizilerden.
orjinal dilinde izlemek daha rahat ve güzel ..

sanırım biraz belgesel zamanı geldi.
"garip şeylerin garip tarihi"
izledikçe izleyesim geliyor.
alakasız herşey..

kapı çalıyor.
ablam geldi artık.
rutin değişiyor.

yemek vakti.
el birliği ile hazırlanıverdi birden, ne hoş!
"- eline sağlık abla, çok güzel olmuşlar.
- çok iyi olmadılar ama..
- hayır, böyle daha güzeller!"

sofra kalkarken bitmek bilmeyen şu abla sevgisinin pençesinden kurtulmuş olmayı hayal ediyorum ama
gene tam ortasındayım herşeyin
aağh!

biraz sohbet ve sonra okul işleri.
hop, birden ablam kayboldu işler derken internette.
bazen imkansızlık gibi dikkatini çekmek.

"şu belgeseller bitmeli artık ama nasıl!
izledikçe çoğalıyorlar!"

saat: bazen sabahın üçü oluveriyor onca şeyin arasında.
artık uyumalı, değil mi?
yeni bir sabah daha gelecek gene bunun ardından.
endişeye gerek yok..]

Şubat 18, 2014

Michel Gondry'le !f Küçük Sohbetler / !f Small Conversations with Michel Gondry

Şubat 17, 2014 Pazartesi





sempatik ve mütevazı bir yönetmenle keyifli bir söyleşiydi..
(fotoğraf kalitesi için üzgünüm!)

Şubat 17, 2014

Nordic Sunday: Junip @ Babylon..

Şubat 16, 2014 Pazar..<3





Şubat 15, 2014

Salon İKSV: Garanti Caz Yeşili - Jens Lekman (Solo) Konseri

Şubat 14, 2014 Cuma..






Your Arms Around Me (Acoustic) - Night Falls Over Kortedala <3


Şubat 12, 2014

(click the pics!)

heyecandan ölmek mi dedin!..(y)

Şubat 09, 2014


sıradan bir çift kelime grubu öyle değil mi?..
yanyana gelmiş birbirinden farklı anlamlara sahip
3 kelime!
peki ya aslında sıradan bir kelime grubundan olmaktan daha da öte
birşey ise..

belkide dünyayı değiştirebilecek en önemli şey,
kim gerçekten bilmeyi ister ki?

Şubat 04, 2014


"woman with a thousand faces"
kısa zaman önce hayata veda eden 
harika adam Lou Reed'in mutheşem zekalı uçuk kadını..
kendisi en az onun kadar sevilir çok!

Ocak 31, 2014

(resmi tıklayın!)

ne desem diye çok düşündüm.  
ve halen düşünüyorum..

fikir beyan etmek çok zor.
üzerine söylenebilecek tek bir kelime olabilir,
" çarpıcı "
------------------------
ayrıca bir ustanın elinden de çıkan harika tınılar ve
ortak çalışmalar kesinlikle,
" mükemmel "

Ocak 27, 2014



" pek fazla şey bilmiyor olabilirim belki ama 
sen kim ya da ne olduğunu biliyor musun??.."

Ocak 21, 2014

'' neden böylesin kuzum?.. ''

Ocak 18, 2014

Ocak 14, 2014

" şu trajik komik yaşamda kendince garip mucizeler
yaratabilmek ne kadar abartılı olabilir ki? "
demeyin sakın..

şaşırmak elinizde olamaz artık!

Ocak 04, 2014

TSLOWM (2013)..

nasıl anlatsam bilemiyorum..
sıcağı sıcağına yazmak istedim müziklerini bir yandan dinlerken,
çok istedim paylaşmak 
ama neyi nasıl yazıya döksem bilemiyorum..!?

şöyle olsa nasıl olur acaba?...
---------------------------------------------------------------


" bir adam var..
adı Walter Mitty.
o bir hayalperest.
günün her dakikasında
 kaybolup gitmeyi çok seviyor düşler diyarında.

hayatı bir gezgin fotoğrafçının fotoğraflarını onun hayal ettiği gibi
gözler önüne sererek geçiyor her ay bir derginin kapağından.
bu fotoğrafçı bir tek bu adamın onun işlerini gerçekten anladığını ve onlara
hak ettikleri gibi davrandığına inanıyor.
bir tek ona güveniyor, yüzünü 16 sene boyunca hiç görmemiş olsa dahi.

bide, birine aşık bir adam bu.
çok yakında olsa da aslında ona bir o kadar uzak.
ama bu duruma sebep o..


birgün bu fotoğrafçı ona yine güzelliğe dönüştüreceğine inandığı bir fotoğraf
serisi yolluyor.
beraberinde hiç beklemediği bir macerayla.
hergün hayal ettiklerine hiç benzemeyecek olan bir macera bu..

bu macerada; 
bir kaykay,
bir köpekbalığı,
bir yanardağ,
uzun yolculuklar,
cep telefonun ucunda bir çöp-çatan
ve çok sayıda telaffuzu zor isim var..

bu macera bir fotoğraf karesiyle başlarken 
her dakikasında sizi keyiflendirirken düşündürerek sürüyor.

bazen gülüp bazen bilemiyorsunuz nasıl olduğunu.. "


azıcık bi spoiler alert:
filmdeki o motto' nun dediği gibi," dünyayı görmek, tehlikeli olsalar da birşeylere ulaşmak, 
duvarların arkasını görmek, yakınlaşmak, birbirini bulmak ve hissetmek. 
işte yaşamın amacı budur. "
---------------------------------------------------------------
sanırım bu az çok yeterli 
belki de biraz fazla olmuş olabilir.
bilemedim..

konusu ilginizi çekmemiş olsa bile sırf manzaraları 
ve müzikleri için izlenmeye değer derim.

herkese iyi seyirler ve saygılar..

Ocak 02, 2014

ne olacak benim bu küçük adama olan 
umutsuz dev aşkımın sonu?!.. <3


"enfarktüs geçirmek mi dedin!!.." 
by Tolga Turan :)