Aralık 31, 2013

şarkılarının basit sözleri..
sesinin dinginliği..


sıradan şeylerin şarkısı olsaydı nasıl olurlardı?

gündelik hayatın şarkıları..
bazen aşk gibi duran şarkılar..
biraz çocuksu..

üst kat komşunuzun sakarlığı,
yabancı bir şehirde sıradan bir pazar günü
ya da 'merkez'de bir yerlerde dolanmak..


bir kadın..
öyle bir kadın ki; bazen aklımın köşesine çekilse de ben fark etmeden,
kendisini hiçbir zaman unutturmayan ve unutturmayacak olan bir kadın..

S.V. <3

Aralık 29, 2013

Aralık 28, 2013


..geçer ve gider!

Aralık 21, 2013


SEDA DOĞAN , NİLHAN DEĞİRMENCİ , TOLGA TURAN

Sizleri iç dünyalarına davet ederler.


27 Aralık 2013 Cuma
Saat 19:00

Start Sanat Akademisi
Osmanağa mah. 
Pavlonya sokak 
Kanberoğlu işhanı 6/A 
34714 
Kadıköy/İstanbul

Aralık 18, 2013


hayatımızın bizi kontrol etmek gibi bir şansı var mıdır?
 gerçekten sadece perdenin arkasından bizi izlemesi yetiyor mu?..

hergün baktığımız aynanın bize görmek istediklerimizi gösteriyor olması.
hoş bir spot altında görmeyi sevdiğimiz şeyleri..

peki ya bir fotoğraf karesinin bizi oyuna getirme olasılığı ne kadardır?
ya da bize gerçekleri olduğu gibi gösterebilme..

 - bakmak & görmek -

Aralık 13, 2013


" Yaşamın anlamı üç farklı yoldan keşfedilebilir:
1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
2. Bir şey yaşayarak(iyilik doğruluk güzellik gibi, doğayı ve kültürü yaşamak gibi) ya da bir insanla etkileşerek
3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek " 

Aralık 07, 2013

hayata karşı bir bilinmezlik..

bazen saatlerce gülmek bazen de saatlerce dalıp gitmek geliyor içinden.

beklenmedikleri beklemek zorunda olmak bazen
canını sıkıyor hani...


 (No Copyright Intended)

Aralık 03, 2013



'' basit her zaman en güzel olandır.. ''

Kasım 16, 2013

" YERÇEKİMİ "


hayatım boyunca izlediğim hiçbir film panik atak geçirmeme neden olmamıştı şu zamana kadar. 
bir ilki yaşadım!
panik atak geçirdiğimi anlamamda bayağı bir zaman aldı hani çünkü
uzun zamandır yaşamadığım bir deneyimdi.
(hiç mi hiç özlememişim.. +__+)

hayatta en korktuğum şey, sonsuz bir hiçlik içinde durmaksızın süreklenip kaybolmaktır.
ne tutunacak ne de üzerine basacak hiçbirşey YOK!
bu filmde o hissin nasıl birşey olabileceğini bana yaşattı..
 (çok teşekkürler Alfonso Cuarón,
çok başarlıydı!! o.O 
yerçekiminin gözünü seveyim!)

görsel efektlerin iyi olması bir yana da Sandra Bullock'u da hayatımda ilk defa beğendim sayılır yav!
bu da bir ilkti!!..

ay, ööğğh!..
izleyeli neredeyse 3 saat olmuş olmasına rağmen halen bu aşırı sıkıntılı ve aşırı rahatsız histen
bir türlü kurtulamamış bulunmaktayım.

toplu taşımayı kullanmak gibi bir mallıkta yapmış bulundum!
bütün hayatım boyunca yaşadığım gerginliği toplasan anca yol boyunca yaşadığım gerginlik eder!

insanlar derdi de anlayamazdım bir türlü
'bir film izledim' hayatım değişti diye..o__O

fena olmayan bir senaryo, az çok bilimsel hatalar(o kadar kusur kadı kızında da olabilir diyelim),
 orta derece oyunculuklar ve o "ürkütücü uzay atmosferi" ile beraber
Gravity iyi sayılabilir bir film derim.

3.boyutu tavsiye ederim ama kalp sorunu, 
şeker  hastalığı ve  panik atağı olanlara  KESİNLİKLE HAYIR!
(bilmeden yapılan bir şapşallık daha!)

saygılar..

Kasım 04, 2013

birbirimizi kırmanın boyutları hayatımızı ne kadar etkiler?
ne kadar etkilemesine izin veririz?

bazı şeylere neden aşırı saplantılı hale geliriz?

bizleri ne kadar değiştirir küçük takıntılarımız?

hiçbirşeyin hayatımızdan daha kıymetli olmadığını söyleyip dururuz hergün birbirimize..
peki bunu gerçekte ne kadar uyguluyoruz ki?

yaşadığımız teknolojik ve materyalist dünyada birşeylere tutunmaya çalışıyoruz.
çoğunlukla yüzeysel pek çok şeye.
dünyamızı onların etrafında döndürüyoruz.
onların bizleri yönetmesine izin veriyoruz.
bizler eşsizken kendisinden istemediğimiz kadar bulabileceğimiz
 pek çok şey yüzünden kendimizi yalnızlaştırıyoruz.
''önemli olan iç güzelliktir'' 
gibi gerçekten inanmadığımız güzel cümlelere hakaret ediyoruz.

neden kendimizi ve etrafımızdakileri kandırmaya çalışıyoruz ki sürekli?
amacımız nedir?

eğer bireysel yaşamı tercih ediyorsak bunu elbette başarabiliriz 
ama bizlerin seçtiği bu yaşam tarzı bizleri öylesine yoruyor ki farkında bile değiliz.
aşırı karmaşık ve bir o kadarda zeki canlılar olsak bile 
çözemeyeceğimiz pek çok şey var aslında..

peki o zaman birbirimizin canını yakmakta ki amaç?

yaşamın kendisinden ve Tanrılardan önce kendimizi sorgulamalıyız..
önceliklerimizi ve beklentilerimizi!
(en azından cevapları bulmanın o kadar imkansız olmadığı bir yer..)

Ekim 31, 2013

uykunun en güzel olduğu andır...


..gördüğünüz rüyayı gerçek hayatmış gibi yaşıyor olduğunuz an!

Ekim 21, 2013


akıntıya karşı giden sıradışı bir renk..


Ekim 16, 2013


- bakmak & görmek -
nasıl birbirlerine bu kadar yakınken birbirlerinden bir o kadar uzak olabiliyorlar?..

Ekim 10, 2013

halen daha anlayamıyor iseniz, 
dövünerek kulak zarınızı patlatmak ve suratınızı morartmak sorunuza 
pek iyi bir cevap sayılmaz.
sadece belgelenmek üzere olan mazoşit bir manik depresif olduğunuz gerçeğini 
suratınıza bir 'kasırga' gibi çarpmış olursunuz...

Ekim 07, 2013

''ne diyeceğini hatırlamıyorsun.
ne yapacağını hatırlamıyorsun.
nereye gideceğini hatırlamıyorsun.
ne seçeceğini hatırlamıyorsun.
yuvarlanıyorsun, çalıyorsun, hissediyorsun, dizlerinin üzerine çöküyorsun..'' 
demiş hep terkettiklerinin ardından bir adam...

Ekim 04, 2013

'oyun başlasın!'

günümüzde korku sinemasının geldiği nokta 
bir bilinmezliğe doğru sürükleniyor..

kendi içerisinde yaşadığı karmaşa bir yana seyircide 'korku filmi' dendiği
zaman herhangi bir etki yaratamıyor olması ayrı bir yazık.
bir zamanların efsanelerinin gizemi ve heyecanın yeri
şimdikilerin 2.dakikada geri dönüşüm kutusuyla buluşmasıyla son buluyor.

sessiz sinemanın sessiz efsanelerinin genç nesilden utana utana 
artık utanacak bir tarafı kalmamıştır eminim.

devler devleri Dr. Caligari ve Nosferatu'nun döneminin ve sonrasının 
tabiri caizse 'korku babaları'nın 2 asırdır halen daha büyülüyor olması gibi bir
durumun altında eziliyor olmaları da söz konusu olabilir aslında..
yalnız öyle bir nokta var ki yeni neslin dezavantajı olabilecek olması büyük bir olasılık olan 
'teknoloji'..
seyircinin artık seyircilikten çıkıp 
filmin teknik boyutunu sorgulayan bir eleştirmen olmasına sebep oldu.
bir zamanlar sadece sivri dişli ya da yürüyen çürümüş cesetlerden korkarak yetinirken artık 
bundan daha çok gülerek zevk alan bir seyirci var.
tabii bunda bu tip önemli faktörlerin komikleşmesine ya da romantikleşmesine neden olan 
garip romanlar ve manasız diziler var.


açıkçası neyin halihazırda basitleştirilmesi gerektiğini anlayamadım..
amaca hizmet edenler neden hedeflerinden saptırılmak zorundadır ki??
allahtan, korkmanın korkmak olmasını sağlayan yeni nesil bazıları da oldu..
Nosferatu babanın uzun tırnaklarının ilham verdiğini her zaman düşünmüş olduğum Freddy, 
ne olursa olsun bıçaktan vazgeçemeyen Jason ve Michael,
devasa çeneli Jaws, delicesine bağırıp testere savurmaya bayılan Leatherface,
bitcenek boyuyla kendinden devleri kündeye getiren sonrasında ise filmi izleyenlerde oyuncak bebeklere karşı  fobi oluşmasına neden olan Chucky
ve tabii ki pek çok insanda da palyaço fobisi yaratan Pennywise The Clown- ve diğerleri..
(doğruyu söylemek gerekirse yakın zamandaki IT deneyiminden sonra bende de oluşmadı değil hani! o.O)
6 yaşımda bir televizyon kanalında, gündüz gündüz izlediğim türk versiyonundan sonra kendisini 15 yaşıma kadar izleyememiş olma gibi bir vakkada geçti başımdan..
'ne tip bir kanal korku filmini gündüz kuşağında verir ki anlamış değilim?' sorusundan sonradan tekrar izlediğimde bunun 'neresinden korktum ben ya!' deyip kendime sorular sorduktan sonra 
'çocuk her zaman çocuktur' lafını hatırlamış bulunmaktayım..
o film 1974 türk yapımı Şeytan'dı efendim,evet.
tekrar izlerken o zamanki hislerimi hatırlayıp kendimde aşırı güldüm durup durup..
ne akla hizmet birebir yap(ama)maya çalışmışlar anlamış değilim halen daha!
tam bir fiyasko olmuş olsa bile genede severim hani..

herneyse..
nerede kalmıştım?
evet, Exorcist ile Tanrı ve Şeytan olgularının yüzümüze ürpertici bir yolla çarpılmasından sonra
devam etmekte olan teknolojik devrimin güzel örnekleri biraz olsun arada sırada yüz 
güldürüyordu.
ne kadar çok emekle yapıldığını bir belgeselde öğrenmiş olduğum ve 
belli bir süre boyunca 'anne, bu denizde köpekbalığı var mıdır?' sorusunu sormadan denize girmememi sağlayan eski dostumuz Jaws'ı unutmak olamazdı! 
devasa bir ağızla tek lokmada insanları yutuşunu ya da acı çektirerek zevkle küçük küçük ısırıklar almasını halen dahi üpererek izlerim..o.O
yııııh!....

90'larda başını iyice alıp giden katil temalı filmlerle beraber korku filmine bakış açısı büyük bir
eleman değişikliği yaptı.
özellikle Michael ile başlamış olan cadılar bayramı kostümlü katil fenomeni Scream ile beyinlerimizde 'kostümlü katil denince aklınıza ilk kim geliyor?' sorusuna kalıplaşmış cevap oluştu..
o zaman kadar yapılan değişik bir katil temalı filmdi hani 
ama sonradan feci. b.k çıkarıldı tabii..
(hangi akla hizmettir ki devam filmi çekme mantığı vardır şu sinemada? o.O)
-Saw filmi hakkında söz söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum 
çünkü bu film zaten başlı başına kendini feci güzel savunuyor!-

sonuç olarak, geçmişten günümüze gelindiğinde korku sineması basit, komik ve anlamsız bir boyut
kazandı diye düşünüyorum.
bazı istisnalar hariç tabii.

teknoloji pek çok şeyi elimizden aldı ve pek çok şeyin gizemini yok etti.
feci b.ku çıktı herşeyin...
ama gene de korku filmini izlemeyi gerçekten çok seviyorum.
en b.ktan olanlarını bile.. ^.^

saygılar...

Ekim 01, 2013


'' People will tell you nothing matters, the whole world's about to end soon anyway. 
Those people are looking at life the wrong way. 
I mean, things don't need to last forever to be perfect. ''
                                                     C.

Eylül 22, 2013


N: It reminds me of this part of Judaism that I really like. 
It's called Tikkun Olam. 
It says that the world's been broken into pieces 
and it's everybody's job to find them and put them back together again.

N: Well maybe we're the pieces. 
Maybe we are not supposed to find the pieces. 
Maybe we are the pieces..

Eylül 10, 2013


'' sabah.. 
karanlık, soğuk ve yalnız.

düşünüyor, 
acımasız bir rüyanın avucundan kayarken.

yorgun.. 
boynu bükük, tıpkı bir söğüt gibi hüzünlü.
köşe başındaki sokak serserisinin sigara külünde,
yok oldukça keyif veren.
bir fahişenin son sevişmesi sanki,
boş ve yabancı.
dudağın kenarındaki basit bir yarada,
yalandıkça ısınan..

konuşuyor, 
anlamanı bilmediği kelimeler.

bakmak kadar azalıyor zamanda.

derinleşiyor,
yanı başında.
ve zaman onunla tükeniyor.

bilememeksizin.. ''

                                                                B.C.

Eylül 09, 2013

Eylül 04, 2013


birgün bir mail alırsınız..
önce anlam vermeye çalışırsınız bu mailin nereden geldiğine dair,
sonra mail adresine bakarsınız.
size tanıdık gelir.
3 sene öncesinde tanıdığınız bir insandır bu malin sahibi.
3 sene önce Erasmus programı kapsamında gittiğiniz ülkede tanışdığınız bir insandır.
çok talı bir Macar kızdır bu insan.
hoş sohbet, güler yüzlü ve bilgili bir kızdır.
sonra sizde onun mailine cevap yazarsınız.
o da şaşkındır çünkü hiç cevap gelmeyeceğini düşünmüştür.
geçen 3 senede hiç konuşmamışsınızdır çünkü.
nedendir ikinizde anlam veremezsiniz.
sonra buluşursunuz.
konuşursunuz uzun uzun.
siz anlatırsınız geçen bu uzun 3 senede neler yaptığınızı ve sonra da o anlatır.
ikinizde bu duruma halen şaşırmaktasınızdır ama 
sonra o birgün sizi evine davet eder.
arkadaşlarıyla tanıştırır.
her milletten birkaç insanla daha tanışırsınız. 
gene uzun uzun sohbetler edersiniz o insanlarla.
nedendir hiç sıkılmazsınız kendi dilinizde konuştuğunuz insanlar konuştuğunuz gibi.
muhtemelen kendiniz ifade edemiyorsunuzdur, hemde kendi dilinizde 
neyse..
sonra ona en merak ettiği şeyi öğretmek için evinize davet edersiniz sizde.
türk kahvesi yapmayı..
ablanızla tanışır.
oturur, ablanızla uzun uzun sohbet eder.
sizde onları zevkle dinlersiniz.
sonra birden telefon çalar.
çok sevdiğiniz okul arkadaşlarınızdan biri arıyordur.
hatta uzun bir süredir size ulaşmaya çalışıyordur ama siz telefonlara çıkmıyorsunuzdur hiç, onun ve diğer bütün herkesin. 
neyse konuya dönelim..
cevap verirsiniz ve onu da davet edersiniz.
herkes bir araya gelince ikiye bölünürsünüz.
bir yandan ingilizce konuşmaya çalışırken bir yandan türkçe çeviri yaparsınız arkadaşınıza.
birde bunun tersini Macar arkadaşınız için yaparsınız.
arada kafanız bayağı karışır ama yine de mutlusunuzdur..
sonra kahveler içilir, sohbet edilir ve o çok sevdiğiniz okul arkadaşınızın kalkma vakit gelir.
ikna etmeye çalışırsınız kalması için ama o gitmek ister.
üzülürsünüz ama bunu saymadığınızı söyler ve gene gelmesini tekrar tekrar tembihlersiniz.
onu bırakırsınız bineceği araca kadar.
sonrada Macar arkadaşınızı ikna edersiniz evinizde kalmaya.
artık herkes yorulmuştur bayağı.
yatma vakit gelir.
arkadaşınız için çekyatı hazırlarsınız.
sizde diğer çekyata kıvrılırsınız.
sonra karanlıkta gece sohbetlerine başlarsınız.
hayata ve herşeye dair konuşursunuz uyku ağır gelinceye kadar.
ve uykuya dalıp gidersiniz birden konuşurken..
sonra sabah olur ve uyanırsınız.
ablanız yanınıza gelir ve bir not verir.
'' bunu Anetta senin için yazdı. seni uyandırmak istemedi. '' der
uykulu bir suratla ne yazdığına anlam vermeye çalışırsınız ve
sonra okuyunca yüzünüz gülmeye başlar çünkü 
aynı durumu sizde Macaristan' da yaşamışsınızdır.
(not kısmı hariç)

sohbetler içerisinde yaptığınız planları hatırlıyorsunuzdur şu an bu
satırları yazarken.
düşünüyorsunuzdur başka ne gibi programlar hazırlayabilirsiniz.
çünkü bu arkadaşınızın çok az vakti kalmıştır Türkiye' de..
onu elinizden geldiği kadar mutlu etmeye çalışmalısınızdır.
o sizin için bundan fazlasını yapmıştır..

"gerçek dostlar edinmek zordur.."
hele ki bambaşka bir yerde! 

Ağustos 27, 2013


'' nasıl bile bilirsin ki?
etrafındaki herşeyin havanın değiştiği gibi büyük, karanlık bir fırtınaya dönüşüyor olduğunu.

ve nerden bilebilirsin ki kime dönüştüğünü?
ya da bir hayalet gizlediğini, en fazla bir gölge

beni haberdar eder misin?

çünkü bilmek istemiyorum,
herşeyin nasıl gitmesi gerektiği gibi çocukça bir fikirle aklını meşgul etmeni. ''

böyle diyor insanların ruhuna nasıl dokunacağını iyi bilen bir adam..
---------------------------------------------------------
hayal kurmayı öğrendiğimiz andan itibaren
isteklerimizin ardı arkası kesilmez, kesilemez.
neler başarabileceğimiz, nelere sahip olabileceğimiz, nasıl hissedebileceğimiz..

çocukluk hayalleridir hayatımıza yön veren ve 
hayatımızda hayal kırıklıkları yaşatabilen.

'' o daha çocuk, hayal kurmalı! ''
bu hayatımız boyunca bize söylenen en büyük, acı veren yalandır aslında..

gerçeklerin bizleri gösterilme şeklinin 
acı veren bir biçimde saptırılması.

hayal kurmak güzeldir elbette ki, 
bir hayalin gerçek olmasını düşlemek.
burada acı veren kısımın hayallerimizin 
bütün dünyamız ve saplantımız haline gelebilmesi.

'' gerçekçi ol, imkansızı iste! '' 
diye güzel bir sözü vardır Che abinin.
yalan değil, doğru birşey.
güzel birşey. 

aslında imkansızın, başaramayacağımızı düşündüğümüz şeyler olduğunu düşünmemiz acı.

hayatın gerçeklerini bizlere neden erken yaşta anlatmazlar?
neden bizi aptal yerine koyup pembe gibi gösterilmeye çalışılan aslında içinde 
acı bi karanlık barındıran yalanlarla kandırmaya çalışırlar?

çocukluk beynin en taze, en işlek olduğu dönemdir.
önüne sunulan bütün herşeyi benliğine alır,
benimser ve onun yarattığı etkiyi bireyin hayatının sonuna kadar bireye hatırlatır.
iyi ya da kötü..

yalanlarla dolu bir şekilde hayatı öğrenmeye başlıyoruz.
diziler, filmler, oyunlar, arkadaşlıklar, aile ilişkileri ..vs

hayat aslında güzel iken kendimize zehir ediyoruz.
kendimize zehir etmeyi öğretiyoruz birbirimize.
karamsarlığı ruhumuza adapte diyoruz.

'' hayat bu, olur böyle şeyler. ''
deyip geçip gidiyoruz.
aslında hayatı o hale biz kendi kendimize getiriyoruz.

ve daha birçok canlının hayatını zorlaştırıyoruz kendimizle beraber.

gereksiz bir düzen kurup bunun içinde
hep beraber acı çekiyoruz.
ne için?

herkes cevabı bildiğini sanıyor ama aslında en ufak bir fikir yok aklımızda neler olduğuna dair.

şekeri elinden alınmış çocuğun ilk andaki haline saplanmış durumdayız.
şaşkınız!
ne bir tepki ne de bir his..sıfır

zaman sürekliliği içerisinde tarihi tekrar tekrar 
yaşamaya devam mı edeceğiz yaşam tükenene kadar?

bu oyundan sıkılacağımız bir an hiç olmayacak mı?...
----------------------------------------------------------------


" güneşimi öldürmeyi öğrendim.
acımasızca tüketmeyi..

şimdi boşluktayım.
sanırım boşluktayım.

nerede olduğumu bildiğimi sanıp 
aslında nerede olduğuma dair 
hiçbir fikrim olmadığını fark ettim.

arıyorum, 
neyi aradığımı bilmeden arıyorum bir süredir.

galiba gerçekte aradığım 
gerçeği hiç bulmamayı istiyorum.. "
                                          B.C.

Ağustos 21, 2013

'' hayattan ne istediğimi keşfettiğim gün hayallerim kendi benliklerini bulacaktır.. '' 
                                                                                 B.C.

Ağustos 04, 2013

beklemek sabır işidir.
sabretmek ise en güzel erdemdir.
her zaman aklımın köşesindedir bu..

işlerin beklemediğiniz şekilde gelişmesi 
her an hazırlıklı olmanız gereken birşeydir.

zaten alışmışsanız işlerin çoğu zaman istediğiniz şekilde gerçekleşmediğine,
olayların sizin kontorlünüz dışında başkaları tarafından idare edilmesine 
o zaman sizde benim gibi şaşırma eylemeni gerçekleştiremiyorsunuzdur artık sanırsam..

kösteklik derecesindeki insanlar sizi sabır taşı gibi sınıyordur.

hayatınız boyunca şanslı bir insan olduğunuz söylenmiştir çoğu zaman değil mi?
' çok şanslı bir insansın!
bunun kıymetini bil! '
peki ya bu şans değilde başka birşeyse?
istediğiniz cevapları kim, ne zaman verecektir?

sonu olmayan manasız bir koşudasınızdır sanki.
su içmek, mola vermek bir rüyadır..

o terli halde içilen suyun keyfine bile varmak imkansızdır gibidir hani.
sonrasında çekilecek cefada olsa o terli suyu içmek..

Temmuz 27, 2013


o kadar ahım şahım bir tipi olmayan, hatta yan komşunun sinir bozucu sümüklü çocuğuna
benzeyen tipteki erkeklere garip bir
çekim duyarım çocukluğumdan beri.
her ne kadar bastırmaya çalışsam da cılızlığıyla efsane olabilecek tipleri
çok beğeniyorum?!!
bu zevkime sosyal yaşamımdaki insanlarda anlam veremese de benim gibi,
cevabın Freud' da olduğunu hatırlatmak isterim.

Temmuz 14, 2013

17.45 - there is a room..


full of with furnitures.
with a small emptiness

a girl sitting on a chair,
looking through the window.
feeling the light and fresh breeze..

thinking about, 'what it would be like...? '
'what it would be like to feel it?'
'..to live it?'

there are some memories.
memories of so much sadness,
of so much hate, of so much ignorance.
and some little memories of happiness which are not going to be
forgotten at all.

'they are the best ones..'

now the room is quiet,
listening for the first time..

there are things that will come.
things are going down
and things are taking on a new lease of life..

she's going to wait again.
she has to wait,
but not that long.

nothing left.

no more spending time and tears for the things that are not worthy..

now, she lay down on the bed for the best part,
and she's going to remain there for while.

with a jubilant smile..)

Haziran 30, 2013

bitse de..

...gitsek diyorum!

bir kendi kendine triplen dönemine daha hoşgeldiniz!

yolunda gitmeyen şeylerin yolunda gitmesini sağlayamaya çalışmak, 
yolunda gitmeyen şeylerin yolunda gitmedikleri için 
ardından ağlamaktan daha kolay geliyor artık!

yapsak yapsak ne yapsak?..
----------------------------------------------------------------------
onarmak güzel şey.
çaydanlığı onarmak,
kırılan vazoyu onarmak,
radyoyu onarmak,
eteği onarmak..

  ama şu hayatta ölümden sonra
öyle zor birşey vardır ki,
 onarılması imkansız ve dayanılmaz olan..

terzi kendi söküğünü dikemez diye bir doğru 
söylene gelmiştir asırlardır.

'' kendi ruhunu onarmak ''

destek güzel şeydir.
sevdiklerinin verdiği destekse daha güzeldir.
peki ya ruhun cevap vermemeyi seçiyorsa?

acaba nereye kadar bu böyle devam eder ki??
----------------------------------------------------------------------
zannediyorsun ki gitti ve bir daha asla dönmeyecek.
ama bu sadece bir oyun!

aslında derinlerde öylece sinsi sinsi,
pis pis durmaya devam ediyor, 
sonra en can alıcı noktada ortaya çıkıyor ki
seni yıkabilsin..


- Anneme -       

Haziran 28, 2013

Haziran 08, 2013


keep on çapuling Türkiye!..

90' ların en iyi soundtracklerine sahip filmler_

(sonunda!) 
 resimleri tıklayın..                               

      8. (1997)

      7. (1993)

      6. (1996)

      5. (1994)

      4. (1996)

      3. (1996)

      2. (1998)

      1. (1998)